Suriye Savaşı’nı hiç böyle dinlemediniz


Henüz 13 yaşında iken savaşın insan ve hayata dair her şeyi tahrip eden acımasız yüzüyle, iş-kence, ö-lüm ve sürgünle tanıştı. Ortaokul son sınıftayken okulu bırakmak zorunda kaldı. Önce milyonlarca Suriyeli gibi o da Türkiye’ye sığındı. Bir süre İstanbul’da kalıp çalıştı. İstanbul’da güvende olmasına ve para kazanmasına rağmen aklı ve yüreği doğup büyüdüğü Suriye’deydi hep. Kendi deyimiyle “Orada insanlar ö-lürken o Türkiye’de rahat edemezdi” Çok fazla dayanamadı geri döndü. Özgür Suriye Ordusu’na katıldı. Önce üç aylık bir askeri ve silah eğitimi, ardından 6 aylık keskin nişancılık eğitimi aldıktan sonra DEAŞ ve PKK’lıların kâbusu oldu. Lazkiye Türkmendağı, Halep ve İdlib’te hem rejime hem de bölgedeki diğer te-rör örgütlerine yönelik operasyonlara katıldı ve birçok kritik noktada görev aldı. Ancak daha çocuk yaşta tanık oldukları ve yaşadıkları, on binlerce Suriyeli çocuk gibi onu da küçük yaşta kocaman bir adama çevirdi. Omuzlarına yüklenen sorumluluk bazen dağ gibi üzerine çökse de, Esed helikopterlerinden üzerine atılan varil bombalarıyla bedeninin bazı parçalarını kaybetse de koca yüreğiyle direnmeye devam etti.

Geçtiğimiz günlerde Suriye’ye gittiğimde Halep kırsalında muhaliflerin kontrolündeki bir köyde bu kocaman çocukla görüştüm. Gece evine misafir olup saatlerce yaşadıklarını dinledim. 8 yıllık savaşta yaşadıklarını saatlerce dinleyerek müsaade ettiği kadarını yazabiliyorum. Çocuk yaşta keskin nişancı olan Ebu Yusuf’un yaşadıkları, Suriye’de yaşanan vahşeti ifade etmede yetersiz kalacaktır ancak oyun çağında ö-lmek ve öldürmek zorunda bırakılan sayısız çocuğun dünyasını bir nebze de olsa anlamamıza yardımcı olacaktır. Gerçek ismini ve yüzünü güvenlik gerekçesiyle açıklamıyorum. Zira Ebu Yusuf hem rejim hem de te-rör örgütü PKK ile DEAŞ’a karşı katıldığı operasyonlarda birçok katili uzun menzilli atışlarla yere sermesi ile ÖSO içinde nam salmış onlarca keskin nişancıdan biri. Birçok caninin canını yaktığı için de hedefte… Şimdi söz Ebu Yusuf lakaplı Suriyeli keskin nişancıda…

13 YAŞINDA Ö-LÜMLE TANIŞTIM

Ortaokul son sınıftaydım ve yaşım 13’tü. Çalışkan ve başarılı bir öğrenciydim. Rejim askerleri sivilleri ö-ldürmeye başlayınca Halep’e bağlı olan köyümüz ile civar köylerde iki tugay kuruldu. Önce Fatih Tugayı’na katıldım yaşım küçük diye almak istemediler ancak ısrarcı olunca kabul ettiler. Başlarda cepheye götürülmedim kapılarda ve kontrol noktalarında nöbet tuttum. Birçok akrabam şehit edildi. İnsanlarımız, akrabalarımız bombalarla parçalanıyor, evlerimiz başımıza yıkılıyordu. Siviller kadın ve çocuklar Türkiye’ye sığındı. Bende 2013’te ailemle birlikte Türkiye geldim.

OTURMAYI KABULLENEMEDİM

İstanbul’da bir süre çalıştım. Hicret etmiş ve Türkiye’ye sığınmıştık ancak içim hiç rahat değildi. İnsanlarımız haksız yere öld-ürülüp evlerinden sürülürken İstanbul’da güven ve rahat için oturamıyordum. Bir şeyler yapmam gerektiğine inanıyordum. Ya ailemle oturup vicdanımı susturacaktım ya da ailemle vedalaşıp belki de sonu şehadet olacak bir yolculuğa çıkacaktım. Ailemi de ikna ederek ikinci yolu seçtim. Önce Halep’e köyüme gittim. Burada gençlerden oluşan bir tümene dâhil oldum. Yaklaşık 20 kişiydik, Lazkiye’ye Türkmen Dağı’na gittik. Hepimiz Türkmen’dik. Burada aylar süren zorlu ama profesyonel bir askeri eğitim aldık. Özgür Suriye Ordusu içindeydik hepimiz. Eğitimden sonra bir grup Çeçen ve Özbek askerle Halep’e geçtik.

DEAŞ REJİME DESTEK OLDU

Rejimle savaşırken bizim kontrolümüzde olan topraklar adım adım DEAŞ tarafından işgal edilmeye başlandı. O zaman bize çok tuhaf gelmeye başladı. Tüm muhalif grupların tek hedefi rejim iken DEAŞ ise sadece muhaliflere saldırıyor ve adeta rejime destek oluyordu. Yüzümüz rejime dönük çarpışırken DEAŞ ise bizi arkadan vuruyordu.

KOMUTANSIZ KALDIK BİRLİK DAĞILDI

Ben oradayken DEAŞ El Bab bölgesine doğru ilerledi, kayıp verdik.ÖSO’da birçok kişi mevzilerini bırakarak kaçmaya başladı. Başsız kalan yüzlerce asker vardı. Dağılmıştık resmen herkes bir tarafa gitti. Başımızda biri olsaydı orada savaşmaya devam ederdik ve DEAŞ’ı durdurabilirdik. Oradaki birlikler dağılınca ben de tekrar Türkiye’ye geldim.

KESKİN NİŞANCI OLDUM

Türkiye’de bir iki ay ailemin yanında kaldıktan sonra geri dönüp İdlip’e oradan da Lazkiye’ye geçtim. Bu sefer altı ay süren keskin nişancı eğitimi aldım ve o günden sonra savaşın çok farklı bir boyutuna geçmiş oldum. İdlip ile Halep arasında gidip geliyor, operasyonlara katlıyor ve nokta atışlar yapıyordum. Keskin nişancı olarak çok aktif ve başarılı vuruşlar yapıyordum. Her vuruşumda huzur buluyordum. Çünkü vurduğum kişiler düşman saflarındaki en acımasız isimlerdi genelde.

İMAN OLMASA DELİRİR İNSAN

Keskin nişancı olmak çok kolay olmadı benim için. Her şeyden önce güçlü bir iradeniz olması gerekir. Yoksa gördükleriniz karşısında delirirsiniz. Güçlü bir iman ve irade olmasa dayanılmaz, gerek yaptıklarınız gerekse gördükleriniz bir insanın kaldırabileceği şeyler değil.

ZULME DAYANMAK ÇOK ZORDU

Rejim halkın tümüne te-rörist gözüyle bakıyor. Bu da bizim mücadelemizi haklı kılıyor. Uçakla sivil yaşam alanları bombalandı, yüz binlerce sivili kat-lettiler. Bunları görüp dayanmak zordu. O yüzden keskin nişancı olarak hedefe odaklandığımda bu gördüklerim ve yaşadıklarım bana güç veriyordu.

REJİME ÇOK KAYIP VERDİRDİK

Birçok cephede bulundum. Halep’te rejimin silah deposuna yönelik en büyük operasyona katıldım. Ağır kayıplar verdirdik onlara. Lazkiye’de de operasyonlarda görev aldım. İdlip, rejimin kontrolünde iken orada sıcak çatışmalara girmeye başladım. Şehir merkezine doğru ilerledik. İlk gün epey ilerledik, ikinci gün helikopterler varil uçaklar da bomba atıyordu üzerimize.

AĞIR İŞ-KENCELER YAPILDI

Esed rejiminin muhalif olsun olmasın tüm halka düşman ve ter-örist gözüyle baktığını anlatan Ebu Yusuf, “Hiçbir zaman Esed taraftarı bile olsa sivil halkı öld-ürmedik ama Esed rejimi öyle değildi. Rejim halkın tümüne te-rörist gözüyle bakıyor ve bizim tarafta ne kadar sivil varsa ayırmaksızın öld-ürüyordu. Sivillere öyle iş-kenceler yapıldı ki insanı insanlığından utandırır. Vahşette öyle sınırlar aşıldı ki tarihte eşine az rastlanır cinstendir” dedi.

İMAN VE İRADE OLMASA DAYANAMAZ İNSAN

Genç yaşta eline keskin nişancı tüfeği almak zorunda bırakıldığını vurgulayan Ebu Yusuf, “Keskin nişancı olmak çok kolay olmadı benim için, her şeyden önce güçlü bir iradeniz olması gerekir. Yoksa gördükleriniz karşısında delirirsiniz. Güçlü bir iman ve irade olmasa dayanılmaz. Gerek yaptıklarınız gerekse gördükleriniz bir insanın kaldırabileceği şeyler değil. Yüz binlerce sivil insanı kat-lettiler. O yüzden keskin nişancı olarak hedefe odaklandığımda bu gördüklerim ve yaşadıklarım bana güç veriyordu. Vurduğum kişiler düşman saflarındaki en acımasız isimlerdi genelde.” diyor.

BACAĞIMI KUCAĞIMDA TAŞIDIM

Uçaklar içinde bulunduğum timi hedef aldı. 14 kişi yaralandık. Şarapnel parçaları iki arkadaşımın kalbine geldi, başka bir arkadaşımın ise atardamarı kesildi. Bir diğer arkadaşımın kafa derisi başından sıyrılmıştı. Düşen bomba ile aramda araba vardı. Ayağım baldırımdan kopmuş yüzüme gelmişti. Bacağımı vücudumla bir tutan tek şey birazcık deri parçasıydı. Bayılmadım acı yoktu o an, müthiş bir ilahi yardım hissediyordum. Sürekli sıcacık kanın akışını hissediyordum.

BACAĞIMIN YERİNE PROTEZ OLUR MU DİYE DÜŞÜNÜYORDUM

Daha önce birçok arkadaşımın yaralandığını görmüştüm. Çoğu diz altından ayaklarını kaybetmişti, hepsi protezle bir şekilde ayağa kalkmıştı ancak ben diz üstünden ayağımı kaybettim ve acaba buna da protez olur mu diye düşündüm o an. Yardım hemen geldi hastaneye götürüldük. Müdahale edildi. Ama bu müdahale sadece kopan bacağımın iki tarafına tahta koyup sarmaktan ibaretti. Bu şekilde üç saat kadar bekletildim. Çünkü daha acil hastalar vardı.

FERYATLARI UNUTAMIYORUM

Uçaklar durmadan tepemizde ve bomba yağdırıyor. Yaralı insanların feryatları dinmiyordu. O kadar kötü şeyler gördüm ki o geceyi ömrüm boyunca unutamıyorum. Benimki sadece bir bacaktı, o an bu bana çok hafif gelmeye başladı. Olsun insanlar yaşasın bacağım gitsin ne olacak diyordum.Öğlen 12.00 gibi yaralanmıştım. Saat 18.00 civarı Akrabet (Aaqrabâte) diye bir yerde ortopedi ve kemik hastanesine vardık. Atme kampına da çok yakın bir yerde. O dönemde bölgedeki en büyük hastane olmuştu. Tüm acil ve ağır yararlılar buraya getirilirdi. Ameliyata alındım. 6 buçuk saat sürdü. Gece ikiye doğru kendime gelmeye başladım. Sonra Cilvegözü sınır kapısında BabulHeva’daki hastaneye götürdüler.

11 CM KEMİK TUZ OLDU

Altı ay sonra ikinci ameliyat yapıldı. Belden aşağı uyuşturulmuştu uyanıktım. Doktorların vücudumdan bir şeyler kestiklerini hissediyorum. Spiral sesi kulaklarımda çınlıyordu. Meğer kemiklerim tutmamış. Baldırımdaki kemik 11 cm tuz buz olmuştu. Başka yerimden kemik parçaları alınarak eklendi. 5 saat sürdü bu ameliyat. Halen bazı sinir damarları tedavi edilmedi. Şimdi çok daha hassas bir ameliyat olmam gerekiyor. O dönemde bu tür hastalar için Suudi Arabistanlı bir profesör altı ayda bir gelip iki hafta kalarak bu tür operasyonlar yapıyordu. Hatay’a gittim dört saatlik bir ameliyat daha oldum. Üçüncü ameliyattan sonra bacağımı hissetmeye ve kontrol etmeye başladım.Ancak bir ameliyat daha olmam gerekiyor. O da Türkiye’de…

Star